Aslında bu suikast bir devletin çıkarı için, başka bir
devletin kralı dahi olsa gözlerini kırpmadan harcanacağının göstergesidir. Kral
Faysal normal bir ölüme sahip değildi. Onun ölümü beyni yıkanmış olarak Amerika
dan dönen yeğenin ellerinden olacaktı.
Tek derdi kudüs’dü. Filistin halkına edilen zulüm onun
çok zoruna gidiyordu ve şu açıklamalarıyla diğer Müslüman devletleri birlik
olmak için çağrısında bulundu;
İşte böyle bir kraldı Faysal. Bu cesaret nereden
geliyordu? İçinde ki iman gücünden mi yoksa elinde diğer devletlere sözü geçecek
bir silahı mı vardı?
Onun en büyük silahı aslında imandı. Ama büyük bir
kozu daha vardı. Ülkesi petrol bakımından zengin olan Faysal, dini için bu
zenginliği kullanmak isteyen en cesur Suudi Arabistan Kralı olacaktı. İşte enerji
savaşları içinde kimlerin yok olabileceğinin en büyük göstergesiydi o.
Ortadoğu bölgesi, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra egemen güçlerin çizdiği suni sınırlar nedeniyle yaklaşık 100 yıldır
karmaşa ve kaos içinde, iç savaşın yaşandığı bir bölge haline geldi. Osmanlı
Devleti’nin kaybettiği topraklar üzerinde kurulan Arap ülkeleri, egemen
güçlerin çıkarları baz alınarak yönetilerek günümüze kadar geldi. Batılı
ülkeler, bu bölgede kurdukları düzen ve statüko sayesinde seçtikleri liderlerle
Ortadoğu’yu sömürmeye devam ettiler.
Atadıkları kişiler; yani bu ülkeleri yöneten krallar,
Batılı güçlerin çıkarlarına ters hareket etmeye başladıkları zaman ise,
bir şekilde darbe ya da ölüm sonucu görevlerinden alındılar. Bahsi geçen
darbelerin örneklerine günümüzde hala şahit olmaktayız.
Arap Baharı ile Ortadoğu’da var olan düzen ve
statükonun değişmesi, Batılı devletlerin çıkarlarını
zedelemedi değil. Mısır örneğine baktığımızda bu durumu daha kolay
anlaşılabilmektedir. Arap baharı etkisi ile başlayan çatışmalar sonucunda
yıkılan Hüsnü Mübarek iktidarının yerine gelen aşırı islamcı Müslüman
Kardeşler lideri Muhammed Mursi, Batılı
devletler tarafından bir
türlü hazmedilemedi. Mısır’da, 3 Temmuz’da gerçekleşen ABD
ve İsrail destekli cunta ile General Abdulfettah Sisi,
iktidara el koydu. İşin ilginç yanıysa, bu cuntaya Suuidi Arabistan’ın gösterdiği
destek oldu. Aslında 1975’ten sonra Suud krallarının, Amerikan
eğilimli politikalar izlemeye başladığı ve bu durumun günümüze kadar da bu
şekilde devam ettiği düşünülecek olursa Suudi Arabistan’ın gösterdiği desteğe
şaşırmamak gerekir.
Peki 1975’te ne oldu? Suudi Arabistan kralı Faysal
bin Abdülaziz, kendi yeğeni tarafından öldürüldü.
Kral Faysal bin Abdülaziz kimdir? 1964
yılında Suudi Arabistan tahtına geçen Kral Faysal bin Abdülaziz İslam Birliği
düşüncesine sahipti. Suudi Arabistan’ın ve İslam Dünyası’nın liderliğini
yapmak istiyordu. Bu çerçevede yaptığı Türkiye ziyareti de, bunun bir
göstergesidir. “Panislamizm’’ düşüncesini yaymak amacıyla Irak, Suriye ve
Mısır ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kurmaya çalıştı. İslam ülkeleri
liderleri ile yaptığı görüşmelerin sonucunda İslam Konferansı Örgütü’nün
kurulmasını sağladı.
Kral bin Abdulaziz bu dönemde batı
karşıtı bir politika izliyordu. Bu onu 1973’te çıkan Petrol Krizi’nin baş
aktörü haline getirdi. Batılı ülkelerin özellikle Amerika’nın Filistin
meselesinde İsrail’i desteklemeleri de Batı karşıtı bir tutum geliştirmesinde
önemli bir faktördü.
Petrol Krizi’nin başlangıcına değinecek
olursak, 1967’de yaşanan 6 gün savaşından sonra 1969 yılının ağustos
ayında Mescid-i Aksa’nın bir Yahudi tarafından yıkılması, Kral
Faysal bin Abdulaziz’i çok üzdü. Bu olaydan sonra yaptığı Ünlü
Kudüs konuşmasında cihad çağrısında bulunarak şunları
söylemişti: “Kardeşlerim! Neden bekliyoruz? Dünyanın vicdana
gelmesini mi bekliyoruz? Nerededir ki dünyanın vicdanı? Mukaddes
Kudüs’ü Şerif sizi çağırıyor. Kendisini kurtarmanızı bekliyor. Neden
korkuyoruz? Ölümden mi korkuyoruz? Allah yolunda cihad ederek
ölmekten şerefli ve daha faziletli ölüm var mı? Ey kardeşlerim, bizim
istediğimiz İslam Milliyeti ve İslami uyanıştır. Milliyetçilik, ırkçılık veya
bloklaşma değildir arzumuz. Çağrımız İslami çağrıdır. Allah yolunda cihad etmeyedir
çağrımız. Dinimiz, inancımız, mukaddesatımız ve harimi İslâm içindir çağrımız.
Ne zaman ki hatırlasam Haremi Şerifimiz (Kudüs) ve mukaddesatımız işgal ve
tecavüz altındadır ve aşağılanmaktadır ve orada günahla Allah’a isyan ve ahlaki
çöküntüler sergilenmektedir; işte o zaman Allah’a halisane yalvarıyorum, eğer
bana cihad etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip
olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatma.

Yaptığı bu çağrı dört yıl sonra cevap buldu ve 6 Ekim
1973’te Mısır ve Suriye kuvvetleri, İsrail’e saldırdılar (Yom Kippur).[4]
Tahmin edilebileceği gibi, ABD ve Batılı devletler İsrail’i destekledi. Bunun
üzerine Arap ülkeleri de ellerinde olan petrol kozunu kullanma kararı aldı.
Başta Suudi Arabistan ve onun lideri Kral Faysal’ın önderliğindeki Arap ülkeleri,
Batı ülkelerine petrol ambargosu başlattılar ve kısa bir süre içinde büyük bir
enerji krizi ortaya çıktı.
Dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Henry
Kissinger, petrol krizini çözmek için Suudi Arabistan’a bir ziyaret
gerçekleştirdi.[ Amacı, Kral Faysal bin Abdulaziz’i ikna etmekti
ama başarılı olamadı. Henry Kissinger, kendi hatıratında Suudi Arabistan’a
yaptığı ziyareti şu cümlelerle anlatmıştı: “Kral Faysal oldukça sinirli
görünüyordu, aramızda bir diyalog başlayabilmesi ümidiyle esprili bir dille
ona, uçağımın yakıtı bitti, uçağın deposunu doldurmak için emir verirseniz
uluslararası fiyatından ücretini vermeye hazır olduğumuzu söyledim. Kral
gülümsemedi ve kafasını yukarıya kaldırarak sert bir şekilde bana şunları
söyledi: ‘Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önceki tek dileğim Mescid-i Aksâ’da iki
rekat namaz kılmaktır! Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?7“‘
Aslında ikili arasında şöyle bir diyalog daha
geçmişti ve Kral Faysal, hafızalardan silinmeyecek olan o meşhur
sözü orada ifade etmişti. Faysal, “İsrail’e destek olmaktan
vazgeçerseniz, ambargo biter” dediğinde, Kissinger petrol kuyularını
bombalama tehtidinde bulundu. Kral Faysal ise, bunun üzerine Kissinger’e tarihe
geçecek şu cevabı verdi: “Tabii ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz.
Fakat unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine
öyle yaşayabiliriz; ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.
Ünlü Fransız yazar ve Ortadoğu uzmanı olan ThierryMeyssan’agore, Suud Kralı’nın
yaptığı tam bir intihardı ve buna “Suudi İntiharı” diyordu.
Tarihler 25 Mart 1975’i gösterdiğinde, Kral Faysal
bin Abdulaziz sarayında yaptığı bir halk görüşmesinde suikaste uğrayarak
hayatını kaybetti. Kral Faysal’ın nasıl öldüğü ya da öldürüldüğü ile ilgili
kesin bir açıklama hala yapılabilmiş değil; fakat kesin olan şu ki, bütün oklar
Amerika’yı gösteriyor.
Suikasti gerçekleştiren kişi kralın yeğeni Faysal
bin Musad’tı. Faysal bin Musad, Amerika’dan yeni gelmişti.
İlk başlarda hükümet tarafından Musad’ın akli dengesinin yerinde
olmadığı söylense de, daha sonra yapılan muayenelerde aksi tespit edildi
ve 18 Haziran’da Riyad Meydanı’nda asıldı.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz ki; Kral Faysal
bin Abdulaziz’den sonra Suudi Arabistan’da başa geçen krallar
Amerikan eğilimli politikalar izlemeye başladılar. Bugün Kral Faysal suikastinin korkusu ile yaşayan
Körfez Emirlikleri ve Krallıkları’nın, uluslararası
ilişkilerde izledikleri yol, ABD-İsrail çizgisi dışına çıkmamaktadır.
“Sarayında öldürülen kral” kâbusu onları gece gündüz takip ettiği için,
iktidarlarına alternatif olacağını ve kendilerini tahtlarından edeceğini
düşündükleri Müslüman Kardeşler’e karşı da büyük bir nefret
beslemektedirler.
This is dummy text. It is not meant to be read. Accordingly, it is difficult to figure out when to end it. But then, this is dummy text. It is not meant to be read. Period.